Mehmed Uzun okudunuz mu hiç?
Mehmed Uzun okudunuz mu hiç? / Pınar Doğu
Bir dil ki resmi ve/veya gayri resmi yok edilme,
unutturulma, hiçe sayılma teşebbüsüne rağmen yasaklanan harfleri, imha ve inkar
edilen eserleri, tahrif edilen türküleriyle inat ve sabırla tutunmaya devam
etsin. Kürtçe diye bir dil yoktur, o şivedir diyenlere Mehmed Uzun okudunuz mu
diye sorardım. Adı Mehmed olan birinin önce Kürt olmasına, sonra Kürtçe romanlar
yazmasına, üstelik bu eserlerin Türkçeye kazandırılıp basılabilmesine hayret
edip sus pus olurlardı.
Mehmed Uzun damarları koparılmış, kaynakları tüketilmiş bir
dile yeniden can vererek Yaşar Kemal’in deyişiyle dikenli yolları açmıştır.
Antonio Gramsci Hapishane Defterleri adlı eserinde “Bütün insanlar
entelektüeldir, ama toplumda herkes entelektüel işlevini göremez” diye yazar.
Mehmed Uzun, önyargı ve nefret çapaklarından ötürü herşeyi bulanık gören bir
zihniyeti uykusundan uyandırmak için sadece Kürtleri değil, Mezopotamya’nın
diğer kadim halklarını; Süryanileri, Keldanileri, Yakubileri, Ermenileri, Rumları
da anlatmıştır eserlerinde.
Entelektüel etliye sütlüye karışmama ile saf tutma arasında
bir yerde durur her zaman. Mehmed Uzun görüp bildiklerini destansı bile dille
kağıda dökerken var olma mücadelesi vermek zorunda kalmıştı. Hem bir dili hem
de kendini var etmeye çaba gösterip, gerçek bir entelektüel olarak daha az
temsil edilenin, görülmeyenin, duyulmayanın safında yer almıştı hep. Gerçek entelektüel
sığlığı beraberinde getiren uzmanlaşmadan, aza kanaat etmeyi gerektiren
eşitliksiz bir uzlaşmadan, denizi bulandırmaya cesaret edemeyen bir duruştan
kaçınır. Mehmed Uzun işte böyle bir entelektüeldi. Bu yüzden milliyetçi Kürtler
onun barış ve sevgi diline öfke kustular. Çünkü O savaşın dilini konuşanların
yoluna kalemiyle taş koymaya çalışmıştı. Kendini hatırlamak için ötekini
unutmaya gereksinenlerin dünyasında,
izleri silinmeye yüz tutmuş hatıraları kaleme almakla başladı işe,
unutulanların ve umursanmayanların hayatlarını anlattı.
Dicle’nin Yakarışı’nda bizden önceki medeniyetlerin;
Babil’in, Ninova’nın, Asur’un, Med’lerin ülkesinden geçeriz. Eksiklik
duygumuzun nereden kaynaklandığını keşfeder, tamamlandığımızı hissederiz.
Dicle’nin Yakarışı sesler üzerine kurulmuştur; unutulmuş, unutturulmuş seslerin
üzerine. Geçmişten günümüze bu topraklardan sürülmüş kavimlerin, toplulukların
sesleridir bunlar, ne kadar sağır olduğumuzu anlarız okudukça; sadece
kulaklarımızla değil, dimağımızla, yüreğimizle, duygudaşlığımızla.
Bölücülük yaptığı gerekçesiyle hakkında dava açılan “Aşk
Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık” da farklı noktalarda durup birbirine özlem ve
sevgiyle bakan ama aşk için bile olsa ülkülerinden vazgeçmeyen iki genç
üzerinden devletin ayrılıkçı politikasını eleştirdi; Abdal’ın Bir Gün’ünde ünlü
dengbej Evdalê Zeynikê’nin yaşamını kağıda dökerken sözlü anlatı geleneğinden
de yararlandı; Kader Kuyusu’nda Kürt Edebiyatı’nın en önemli aydınlarından
Celadet Bedirhan’ın yaşamını, sürgün yıllarını, Şam’a yerleşmesini anlattı;
Yitik Bir Aşkın Gölgesi’nde ise sürgüne gönderildikten sonra sevgilisi ve
ülkesi arasında seçim yapmak zorunda bırakılan Kürt aydını Memduh Selim Bey’in
acılarını, özlemlerini, ikilemlerini
kaleme aldı.
Romancılığının yanısıra, Kürt Edebiyatına Giriş, Kürt
Edebiyatı Antolojisi, Dil ve Roman, Kalemin Gücü ve Görkemi, Bir Dil Yaratmak
gibi deneme ve incelemeleriyle de karanlıkta bırakılan bir edebiyatı gün yüzüne
çıkardı.
Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ında Bazarov’a gönlünü
kaptıran Anna Sergeyevna, onunla olmak,
der, bir uçurumun kenarında yaşanan baş dönmesini verir insana. Mehmed Uzun
okumak da öyledir. Bir dilin koyaklarında, vadilerinde dolaşırken, saklı tutulmuş,
gölgede bırakılmış, perde çekilmiş bir tarihin uçurumuna bakmayı göze almaktır.
PKK tarafından hazırlanan “Öldürülecek 250 Aydın” listesinde
ilk sırada yer aldığı için, 1977’de Ege’de tatil yaparken apar topar ayrılmak
zorunda kaldığı ülkesinden uzakta; sürgünde geçirdiği yıllarda bir eksiklik,
bir yarımlık daha eklenir hayatına. Ülkesindeyken yaşadığı sürgünlük hissine,
şimdi bir de fiziki sürgünlük eklenmiştir. Minima Moralia’da Adorno bu
hissiyatın tanımını çok iyi yakalar:
“Sözcüğün bilinen anlamıyla bir yere yerleşmek artık imkânsızdır.”
Mehmed Uzun’un yurdu diliydi artık, okuru pusarık bir yalnızlığa iten kılçıksız
bir dil.
Kürtçe,Türkçe, İsveççe yazdığı kitapları yirmiye yakın dile
çevrildi. 2001’de Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından Düşünce ve İfade
Özgürlüğü ödülünü aldı. İsveç PEN Kulübü ve Dünya Gazeteciler Birliği üyeliği
yaptı.Torgny Segerstedt Özgürlük Kalemi Ödülü'yle İsveç Akademisi'nin
Stina-Erik Lundeberg Ödülü'ne layık görüldü.1981’de Türk vatandaşlığından
çıkarılan Mehmed Uzun, 1992’ye kadar ülkesine adım atamamıştı. Hassas
insanların en yaygın rahatsızlığı, yani mide kanseri nedeniyle 11 Ekim 2007’de
Diyarbakır’da yaşamını yitirdi, geride drej bir hatıra bırakarak.
“Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı /Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
/Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı / Gittiler akşam olmadan ortalık
karardı” diyor ya Mehmed Uzun’un vefatından iki sene evvel yitirdiğimiz büyük
ozan Attila İlhan, o mahur beste daha çok çalar, daha çok ağlaşırız.
kaynak: Mehmed Uzun okudunuz mu hiç? / Pınar Doğu t24.com.tr
Yorumlar
Yorum Gönder