DOM belgeseli üzerine: Nereden Nereye?
Dom belgeselini çeken Zanîngeh Media ekibinden Ridwan Xelîl’e: “Kim bu Domlar?” diye sordum.
O ise işte böyle cevap verdi: “Hiçbir şey değiller, çünkü kimse onları bilmiyor. Belki yüzlerce, belki binlerce, belki milyonlarca ama kimse bilmiyor. Toplumda kimse ‘Dom’un ne olduğunu bilmiyor.”
Bazen bir hayal, sadece bir çocukluk rüyasıdır her şey. Hepimizin yok mudur lise arkadaşlarıyla kurduğu hayaller? Hiç ayrılmayacağızdır mesela, ne olursa olsun arayacağızdır birbirimizi, hatta büyük adam olma yolunda uzaklaşan yollara vaat edilmiş mektuplarımız vardır lise arkadaşlarımızla… Ama öyle ya her şeyin bir çırpıda tüketildiği bu dünya, hayallerimize sıkı sıkı bağlandığımızda kulvardan atıveriyor bizi. Çünkü okumaya geldiğimiz şehirlere alışmakla yükümlüyüzdür. Kuşkusuz bu şehirler genelde herkesi başka hayatların içinde çoktan köklendirir. Belki unutmayız lise arkadaşlıklarımızı –çoğu kez unuturuz- ama ortak hayallerden geçmeye dayatılmıştır biçilen geleceğimiz.
Kimisi için farklıdır bu durum. Azdır bu kimileri. Bazen bu ak, açık zihinler daha o yaşlarda bir araya gelince, ortak bir derdi kuşatıverirler. Bu öyle bir şeydir ki, yaratılmış toplumsallıklarına bir aidiyet üretirler. Vazgeçilmez artık bu ortaklıktan. Bir dert üzerine doğmuştur çünkü bu dostluklar, ya da bir dert üzerinde derinleşmiştir. Aslında öyle ya o uzak şehirlere bile o dert sonucu gidilmiştir.
Dom belgeselini izlediğimde röportaj yapmak istedim. Çünkü yeni bir kültürü tanımak, tanıtmak heyecanı sarmıştı beni. Röportajın ardından karşıma çıkan bu güçlü oluşum ya da platform beni tam anlamıyla büyüledi.
Zanîngeh Media ekibinden Ridwan Xelîl ile görüştüm. Xelîl, öncelikle Zanîngeh ekibinden bahsetmeye başladı. Onlar Nusaybin’de okuyan lise arkadaşları. İrtibatları üniversite için farklı şehirlere geldiklerinde bile kopmuyor. Çünkü ortaya bir dava konuyor. Zanîngeh, Yani “sanal üniversite”. Amaçları Kürtçe’nin bir bilim dili olması. Ama gerekli ilgiyi görmüyorlar. Sonra ekibin ilgi alanı iletişime doğru kayıyor. Şimdi daha çok Zanîngehfilm adı altında, projelerini hayata geçiriyorlar ve belgesel, film gibi çalışmalarını gerçekleştiriyorlar. Hımm tabii eğer para bulabilirlerse… Şimdiye kadar genelde çalışmalarını kendi imkânlarıyla gerçekleştirmişler yani harçlıklarını birleştirerek. Tüm imkânları da zaten okurken biriktirdikleri harçlıkları. Bir yandan da Kürtçe ve Türkçe olmak üzere “sanal yayınevi/cilik”, “dijital/pdf kitaplar” gibi konulara da ağırlık veriyorlar.
Zanîngeh’ten görüştüğümüz Xelîl de Nusaybin doğumlu. Üniversite okumak için İzmir’e gidiyor. Gazetecilik okuyor ama o kendisini web tasarımı ve grafikte geliştiriyor. Şimdi bir yayınevinde grafik üzerine çalışıyor. Aralarından üniversiteyi ilk bitiren ve çalışmaya başlayan o. Son bir buçuk senedir bu alana yönelen ve şimdi bu işi yapan Xelîl neden bu işi yaptığını şöyle ifade ediyor: “İhtiyaç duyduğumuz alanlara yöneliyoruz.”
Onlar işte böyle yaşıyorlar. Bir dert var ve o masanın orta yerinde duruyor. Nerede eksik varsa kendi kendileri, özenle, yavaş yavaş dolduruyorlar o boşlukları. Hayallerinin, hedeflerinin, projelerinin gerçekleşmesi için büyük bir emek sarf ediyorlar.
Şimdi Zanîngeh’e onların gözüyle bakalım ve Dom’lar ile tanışalım…
DOM belgeselini Zanîngeh Film olarak hazırladınız. DOM’lar hakkında konuşmadan önce kimdir bu Zanîngeh Media Grubu?
Biz lise arkadaşları olarak bu grubun çekirdek kadrosunu oluşturduk. Bu grupta, Ridwan Xelîl, Ramazan Güneş, Yaşar Oktay, Halil Aygün, öğrenci olmayan tek üyemiz Dilazad Art ve daha sonra grubu katılan Mahmut Çelik, Emrah Doğru, M. Sercan Yürek, Mustafa Uluç ve ara ara çalışmalarıyla bize destek olan insanlarımız var. Zaningeh olarak amacımız Kürtçe alanında çalışma yapan bilim insanlarını ve bilim sevenleri bir araya toplamak, Kürtçe’yi muasır diller arasında hak ettiği yeri bulmasına yardımcı olmaktır. Zaningeh Film olarak ise, hedefimiz halkının dertleriyle dertlenen bir türlü ön plana çıkmayan aidiyetleri ve sorunları özgür bir sinema platformu çatısı altında ortaya koymaktır. Özellikle Kürt sinemasında yoksulluklardan ötürü bir türlü ortaya çıkamayan sanatsallık ve kalite olgularını oluşturmaya çalışmaktır.
Bizim zaningeh.net sitemiz var. Zikrettiğim Zaningeh grubunun amacına hizmet etmeye çalışıyor ama kimse ilgi gösteremeyince pasif kalıyor. Burada farklı alanlardaki bilimsel, kültürel, sosyal, teknolojik ve modern çalışmalarımızı yayımlıyoruz.
www.zaningehfilm.com sitemizde ise Zaningeh Media’nın iletişimci grubunun çalışmalarına yer vermekteyiz. Bu sitede belgesel, kısa film, klip gibi çalışmalarımız hakkında duyuru, bilgi ve yayınlanabilecek çalışmalarımızı yayınlıyoruz.
Ne demek Zanîngeh? Ne için var?
Zanin, Kürtçe “bilmek” fiilinden geliyor. Geh ise mekân, yer bildiren ektir. Bilim yeri, ilim yeri manasına gelen zaningeh modern manada da “Üniversite” kelimesinin karşılığıdır. İlk başta amacımız sanal bir üniversite kurmaktı. Mevcut üniversiteler özellikle Kürtçe bilim noktasında gereken bilimsel gelişim ortamını sunamadığı için özgür bir ifade ortamı ihtiyacı hissettik ve bu doğrultuda adım atıp zaningeh sanal üniversite projesine başladık. Lakin sosyal ve bilimsel açıdan insanlarımızdan gereken ilgi ve desteği bulamadık. Amacımız burada şuydu aslında: Kürtçe’yi muasır bir bilim dili haline getirebilmek.
Site şu an Kürtçe ve Türkçe olmak üzere iki başlı bir yapıdadır. Başlangıçta Kürtçe vardı sadece. Sonra Kürtçe-Türkçe karışık bir şekilde yayın yapmaya başladık. En sonda da iki dilli, Kürtçe ve Türkçe dillerinin birbirinden ayrı olduğu bir yapıda yayın yapmaya başladık. Hedef bir sanal üniversite kurmaktı. Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Tıp, Astronomi gibi alanlarda okuyan arkadaşların yapacağı Kürtçe çalışmalar ve Kürtçe’ye yapacakları tercümeleri yayımlayacağımız bir platform hazırlamaktı. Lakin gerekli ilgiyi göremediğimiz için ya da gerekli kişilere ulaşamadığımız için çalışma bir süre sonra bizim ilgi alanlarımıza doğru kaydı. Prodüksiyon alanları, yayıncılık alanları gibi iletişim alanlarına.
Biz sanal yayınevicilik de yapıyoruz Zaningeh’de. Sanal yayınevicilik dedim çünkü üniversite okurken herkes evcilik oynama telaşına düşerken içinden geldiğimiz toplumsal buhranlar bizi evcilik oyunundan men etti. Dijital kitap yapıp sitede yayınlıyoruz. Gerekli desteği gördüğümüzde de gerçek anlamda bu çalışmaları matbaalarda bastırabiliyoruz. Şuan basılı 2 eserimiz 13 tanede e-kitabımız mevcut. E-kitapları düzenliyoruz, kapağı, jeneriği, indeksi vesairesi ile orijinal bir kitaptan farkı yok. Kürtçe, Türkçe, Papauyeniginece hangi dil olursa olsun e-kitap çalışmalarını gönüllü, basılı çalışmaları ise maliyet istediği için maliyetiyle hazırlıyoruz. Dil sınırı yok burada. Ama temel hedefimiz Kürtçe. Çünkü bu noktalarda zayıflık hissettiğimiz için temel hedefimizi Kürtçe olarak belirledik. Dışarıdan pek kimse dâhil olmadı gruba. Ne yazık ki boğaz harbine takılan insanlarımız bu alanlarda pek aktif olamıyorlar. O yüzden grup çekirdek kadroyla sabit kaldı yıllarca.
Mekânımız sanal ortamdır yani fiziksel bir yerimiz yok şu herkesin bir yer edindiği koca dünyada. Yıllarca ‘Messenger’lar ile,’ Hotmail’ler ile toplantılar düzenledik. Çünkü hepimiz öğrenciydik ve farklı şehirlerde farklı üniversiteler de okuyorduk yani uzaktık birbirimize. Bizi yakınlaştırabilecek şey teknolojiydi.
Bu toplantılar nasıl başladı?
Liseden tanıyoruz birbirimizi. Önce ben Dilazad Art ile çalıştım. Onunla bu Zanîngeh projesini, başlattık. Sonra yukarıda adlarını zikrettiğim lise arkadaşlarımla kurduğumuz iletişimler sonucunda birbirimizin hamiyet ve samimiyeti böyle bir oluşumu mümkün kıldı. RTS okuyan arkadaşlarımdan bir gün şöyle bir teklif geldi, beraber bir kamera alalım. Kendimizi geliştirelim bu alanlarda diye. Hepimiz öğrenciydik açıkçası, cebimizde de az bir para vardı ama hepimiz gerekirse borçlandık bir para koyduk ortaya. Böylece toplantılarımız ciddiyet almaya başladı. Gittik bir kamera aldık.
Sanal toplantılarımızı gerçek bir toplantıdan farksız ve aynı hassasiyetle yapıyorduk. Gündem oluşturuyor, herkes değinmek istediği mevzuyu yazdırıyor, sonra hep beraber çözüm arıyoruz. Toplantı sonunda netice raporu düzenleyip birbirimize yollar, bir sonraki toplantı zamanını belirler ve birbirimize ödev verirdik. Bu toplantılar esnasında yeni iletişim grubumuza isim arama ihtiyacı hissettik isim ararken grup isminin zaten hazır olduğunu sadece bu grubun Zaningeh’in ajans bölümü olabileceğini fark ettik ve Zaningeh Ajans ismiyle ortaya çıktık daha sonra bu isim Zaningeh Prodüksiyon ardından Zaningeh Medya ve nihayetinde Zaningeh Film olarak netleşti.
Neler yaptınız bugüne kadar?
İki klip çalışması yaptık birinci çalışma “Ji bira min naçê” klasik tarzda hazırlanmış bir çalışma idi. İkinci çalışmamız ‘Delala Min’ ise görsellik, kalite ve sanatsal altyapısıyla bir bomba gibi çekildiği bölgenin Kürtçe klip piyasasına düştü. Artık Kürtçe kliplerin bahtının değişeceği fikri diyaloga geçtiğimiz bazı yapım şirketleri ve kanallardan aldığımız geri bildirimlerle ortaya kondu.
İlk kısa filmimiz senarist ve yönetmenliğini Ramazan Güneş arkadaşımızın yaptığı Piştî Îlonê (Eylülden Sonra) adlı çalışma oldu. Bu çalışmada 80 darbesi sonrasından bir kesiti sunmaya çalıştık. 80 darbesinden sonra yasalarla katı bir şekilde yasaklanan Kürtçe şarkılarına ve diline bir değinmece yaptık. Özetle Kürtçe şarkı dinlemek yasak, konuşmak da yasak. Yaşlı adam Kürtçe şarkı dinlemek istiyor. Şivan Perwer’in hayranıdır. Ama Şivan Perwer yasak, kasetleri piyasada yok. Olanlar da gizli, saklı. Yere gömülüyor, dinlenmek istendiğinde yerin altından çıkarılıp dinleniyor. Dinlendikten sonra tekrar toprağın altına gömülüyor. İşte biz burada Şivan Perwer hayranı bir adamın o kasetleri dinleme mücadelesini işledik. İlk çalışma olduğu için teknik olarak çok kaliteli değil ama fikir olarak güzel bir proje, bu projeyi tekrar çekmeyi düşünüyoruz.
Ardından “Köklerini Arayan Halk”: Mıhellemiler isimli belge filmimizi çektik, bu çalışmada ise Mezopotamya’nın kadim halklarından olup yok olma tehlikesiyle yüz yüze olan Mıhellemi halkını tanıtıp sorunlarını dile getirdik.
Ondan sonra ise Dom Belge-Film yetkinliğimizi doruğa ulaştıran çalışmamız oldu, gittiği her yerde takdir topladı. Bu çalışmamızda Nusaybin ve civarında bilinmeyen bir halk olan Domların trajikomik dramlarını perdeye taşıdık.
Sonrasında Dû Bar (İki Yük), Onuncu Rica, Rûye Winda | Kayıp Yüz, Bir Umut (Hevî) çalışmaları da peşi ardına geldi.
Finansal desteğinizi nasıl sağlıyorsunuz bu projeler için?
Ben yeni mezun oldum. İlk mezun olan benim. Diğerleri hâlâ öğrenci. Kendi harçlıklarımızla, kıyıda köşede ne varsa öyle çektik bu çalışmaları. Çalışmalarımızda ki kalite kullanılan envanterin kalitesinden öte grubun yetkinliğinden gelmektedir. Kamera normal bir kamera ama kameraman daha kaliteliyse harikalar ortaya koyup, imkânsızlıkları konuşturabilirsiniz.
Bahsetmek istediğiniz yeni çalışmalarınız var mı?
Şu anda uzun metrajlı bir çalışma için kolları sıvadık. Dom belgeselinin yönetmen, senarist ve kameramanı Halil kendi ninesinin hayatından bazı kesitler sunacak. Ninesi köylerinin boşaltılması münasebetsizliğiyle bir dönem Antalya Manavgat’a götürülüyor. Orada yaşamış olduğu sosyal kültürel sorunları dile getireceğiz. Herkes farklı farklı dilleri konuşuyor ama o kendi dilini konuşamıyor. İngilizi, Fransızı, İtalyanı, Papua Yeni Ginelisi kendi diliyle sokaklarda pervasızca konuşuyor ama nine sokakta hem konuşamıyor hem diyaloga geçeceği kimseyi pek bulamıyor. Nine bu duruma dayanamıyor, kısa bir süre sonra beni tekrar köye götürün diyor ama ortada artık köy yoktur, ardından nine Nusaybin’e getiriliyor. Bunları derleyerek uzun metrajlı bir çalışmak yapmak istiyoruz lakin bunun için ödenek aramaktayız bulamazsak gene son meteliğimize kadar fedakârlık yapacağız. Biraz zaman alacak ve maliyetli olacak tabi. Çünkü mekânlar farklı, bir Manavgat’ta, bir Nusaybin’de olacak. Daha senaryo aşamasında ve bu çalışmada da çalışmanın bizatihi mağduru nine kendini canlandıracak, böylece sanatsallık ve gerçekçiliğin doruklara ulaşacağına inanmaktayız. Güzel bir çalışma olacak.
Şimdi Dom belgeseline geçelim. Dom belgeselinin başlangıç hikâyesi nedir?
Halil, Mıtırplar hakkında bir şey anlatıyor ninesine. Nenesi de diyor ki: Oğlum, onlar Mıtırp değil onlar Dom. Onlar Dom olduğu gibi kendi dilleri ve kültürlerinin var olduğu gibi bazı şeyler anlatıyor nenesi ona. Allah Allah! Hiç duymadım, diyor Halil. Halil nenesinden duyuyor, gidiyor annesine soruyor. Annesi de diyor: Evet oğlum, böyle bir kültür, böyle bir farklılık var. O da hayrete düşüyor, nasıl ben bilmiyorum, o kadar arkadaşım var onlardan, niye konuşmadılar, niye anlatmadılar bu güne kadar? O telaşla başlıyor sorgulamaya. Domlara soruyor, Domlar çekiniyor anlatmıyorlar. Bir süre sonra Halil güveni veriyor Domlara, Onlar da açıklıyor, doğrudur, böyle bir kültürümüz var, bizim aslımız Dom, dilimiz Domanice. Anlatırlar ve belgesel böylece başlar. Ardından Halil soruyor, değişik enstanteneler yakalıyor kamera çekimleri yapıyor, okula dönüyor, okulda senaryoyu derinleştiriyor. Senaryoyu derinleştirdikten sonra bunu belgesel yapmaya karar veriyor. Mesele aldı başını gidiyor. Dönüyor çekimlere başlıyor. Yaklaşık bir ay aktif bir şekilde onlarla yaşıyor. Onlarla yiyor, onlarla içiyor, onlarla oturuyor, onlarla kalkıyor Nusaybin’de, belgesel süreci böylece 10 aylık bir dilimi kapsayarak nihayete eriyor. Bizatihi olayı, meseleyi içinde inceliyor. İçeriden çekiyor. Güveni kazanma meselesi ve fedakârlık meselesi bu. Kolay değil. Domlar tüketim kültürünü kendi yaşam sitilleri haline getirmişler, üretim neredeyse yok ama tüketim maksimum düzeyde, kazandıkları üç kuruşu yarını düşünmeden pervasızca harcayacak derecede maddiyatı hiçe sayıyorlar, bu belki bir asilliktir ama yarını düşünmeden yaşamak tehlikelidir. Fakirlik iki anlamdadır. Bir maddi olarak fakirlik bir de manevi olarak. Domlar iki anlamda da fakirler, yatırım yapmasını bilmiyorlar. Gelen parayı direk harcıyorlar. Ne kadar gittiği neye gittiği önemli değil. Bu kültür onların refah seviyesi daha yüksek bir standarda geçmesini engelliyor.
Kim bu Domlar?
Aslında hiç kimse. Domlar hiçbir şey değiller, çünkü kimse onları bilmiyor. Belki yüzlerce, belki binlerce, belki milyonlarca ama kimse bilmiyor. Nusaybin’de yaşayanları bir mahalleye sıkışmışlar. Dağınık halde de yaşayanlar var. Toplumda kimse Dom’un ne olduğunu bilmiyor. Domanice diye bir dilin varlığını hiç kimse bilmiyor. Belgeselde bu dili kullanmayı çok isterdik lakin Domanice uğradığı asimilasyon politikası yüzünden pamuk ipliği formatında bir yaşam mücadelesi veriyor. Bu da istenilenleri tam anlamıyla ifade edecek bir dile ihtiyaç gerektirdi bu yüzden dil olarak Nusaybin Domlarının ana dilleri gibi bildikleri dil olan Kürtçe ile yapıldı. Domanice onlarda da çok zayıfladı açıkçası. Kürtçe ve Türkçe gibi baskın kültürler ilerledikçe ilerliyor lakin sosyal ve siyasal örgütlenmelere gitmeyen Domlar bu dili sosyal, ekonomik ve eğitim hayatında da kullanmayınca gün geçtikçe yok oluyor.
Umut verici bir olay var ki o da Zaningeh Media’nın genel yayın yönetmeni Dilazad Art’ın tarihte ilk kez Domlar’la ilgi yaptığı araştırmadır. Dilazad’ın araştırması iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Domların yaşam tarzını (tarihi, coğrafyası, kültürü, edebiyatı, sanatı vb.), ikinci bölüm Domların dili olan Domanice üzerinedir. Yakın bir zamanda bu çalışmayı da bir kitap olarak yayınlamayı düşünüyoruz.
Domlar Kürtler mi?
Kürt değiller lakin Kürtler içindeki ekser Domlar Kürtleşmişlerdir. Ama şu kesin olarak bilinmelidir ki Domlar Kürt değildirler. Yazarımız Dilazad’ın yaptığı araştırmalar neticesinde Domların eski Hindistan’dan göç yolu ile Mezopotamya’ya yerleştiğini biliyoruz. Şu kanıya varmışız ki Domlar Hindistan’daki kast sisteminin dışında bile kalan insan yerine konulmayan göçebe topluluklardır. Bugün bile dillerini kısmen de olsa koruyabilmişler. Dilleri en çok Urduca’ya yakındır. Yani Hindistan’ın diline yakındır. Örneğin su kelimesi hem Domca hem de Urduca Pani’dir.
Romanlar mı?
Roman, Çingene, Mıtırp, Dom… Domlar, Romanlarla akraba topluluktur. Mezopotamya’yı aşan çingene topluluklarına Roman denildi. Kalanlara Dom denildi.
Roman veya çingene Türkçe’deki karşılığıdır ve bu gruplarla benzerlikleri çok olmakla birlikte Kürtler arasında yaşayan Domların karakteristik özellikleri biraz farklılık göstermektedir.
Mıtırp deniyor galiba?
Tore mıntıkası Mıtırp diyor. Onlar kendi aralarında sadece ve sadece kendi aralarında kendilerine Dom diyorlar ve Domanice konuşuyorlar. Dışsal baskıdan çekindikleri için grup dışındaki insanlarla Kürtçe anlaşıyorlar, çoğu Dom Türkçe bilmez. Devletten baskı görüyorlar, Kürtlerden baskı görüyor, Araplardan baskı görüyor. Türklerden baskı görüyorlar.
Bu baskı neden? Neye benzer bir baskı?
Romanların, Mıtırbların, Domların sahip oldukları bir toplumsal statüsü var. Bu statü bilindiği üzere aşağı bir statüdür. İster istemez dışlanan bir statüdür. Bu statüden insanlar sıyrılıp üst statüye geçmek isterler. İkinci vatandaş meselesi. Onlar da ne yapıyor, üst kültürün diliyle konuşuyor, onların kültürüyle yaşıyor ki ikinci vatandaş muamelesini minimize etmeye çalışıyorlar. Bariz bir ayrım yok sadece ailelerinden gelen soydan dolayı bir ayrım var toplumla onlar arasında. Onlar Mıtırp. Mıtırp, Çingene veya Roman’ın karşılığıdır ama kültür olarak incelendiğinde bir Roman değildirler. Çünkü Romanlara baktığımızda ve Mıtırplara baktığımızda birbirlerine benzemiyorlar. Kültürel farklılıklar var.
Mesela?
Mesela belgeselde de geçiyor, belki fark ettiniz, yol kesiyorlar, komutan soruyor: Nereye gidiyorsunuz? Düğüne diyorlar. Komutan tekrar soruyor: Siz kimsiniz, nesiniz? Mıtırbız diyor, anlamıyor. Aşık mısınız? Değiliz. İşte en sonunda anlaşıyorlar bir şekilde ve diyorlar ki: Biz çalgıcıyız. Sonra komutan soruyor: Sizde dansöz var mı? Mıtırp diyor ki: Bizde olmaz öyle şeyler. Bizde kadın oynamaz diyor. Lakin Roman geleneğinde bildiğim kadarıyla kadın oynar…
Müzikten mi para kazanıyorlar?
Şu anda müzikten, dilenmekten (ev ev gezmekten) para kazanıyorlar.
Bu belgeseli film festivallerine gönderdiniz mi? Ödül aldınız mı?
Gönderdik. Erciyes Film Festivali’nde ikincilik ödülü aldı ayrıca Facebook Beğeni birinciliğini aldı. Diyarbakır Film Festivali’nde birincilik ödülü aldı…
Belgeselde de bahsedilen bir kimlik sorunu var. Bundan bahsedebilir misiniz?
Bazıları yeni yeni nüfus kâğıtlarını çıkartıyor, bazılarının hala yok, bazıları ise çoktan vatandaş olmuş. Şu anda bir kısmı tanımsız vatandaş ve korkuyorlar ya da nasıl kimlik çıkaracaklarını bilmiyorlar çünkü tanımsız adama sorarlar “Seni nereden uyruğa alacağız? Bu ülkenin hiçbir şeyinde adın, sanın geçmiyor. Beni kaydet diyorsun. Senin bu ülkenin vatandaşı olup olmadığını nereden bileyim hem Türkçe de bilmiyorsun gelmişsin 60 yaşına beni nüfusa yazdırın diyorsun” gibi sorunları var. 21. yüzyıldayız devlet söylemiyle hizmetin gitmediği köy girmediği ev kalmadı ama hala bu devlette kimliksiz vatandaşlar var ve bu topraklar öteden beri bu kimliksizlerin yaşadığı topraklardır.
Başlangıçta göçebeydiler. Resmi bir kurumla hiç ilişkileri yoktu. Kimliğe ihtiyaç duymuyorlardı. Dağlarda, ova ve yaylalarda terörist diyerek öldürülmeye başlanınca ve dağlarda eskisi gibi bereket kalmayınca yerleşik hayata geçmeye başladılar. Bu kimlik ihtiyacı meselesi o zaman ortaya çıktı. Bir kısmı aldı bir kısım alamadı bir kısmı nasıl alacağını bilmiyor. Neyi nasıl isteyeceğini bilmiyor. Bilmeyince de öylece kalıyorlar. “Siz vatandaşlık istiyorsunuz. Nasıl yazalım? 65 yaşında, yeni yeni doğum tarihi bilgilerini gireceğiz deniliyor. 3 gün sonra öleceksin. Geçmişte yaşadığın şeyler bizim kaydımızda yok, şu, bu, vesaire…”
Müzik aleti olarak ne çalıyorlar?
Kemençe ya da diğer adıyla Ribab isimli kendi üretimleri olan bele dayatılarak çalınan bir alet.
Bir Kürt, Domanice konuşan birini anlayabilir mi?
Hayır, kesinlikle anlamaz ama Domanice’nin girmiş olduğu kültür erozyonu yüzünden birçok kelime Kürtçeleşmiş ya da Türkçeleşmiştir yani artık bir Kürt Domanice’yi net anlamazsa da karşıdakinin meramını kavrayabilir. Mesela biz belgesel esnasında konuştukları kelimelerin kayıtlarını da tutmaya çalıştık. Kürtçe de anadilleri gibi ama Domanice’nin piyasası olmadığı için maalesef zayıf.
Bu dilin ölmesi gibi bir durum söz konusu mu?
Maalesef ki gerekli önlemler alınmazsa zamanın hızlı aktığı bu devirde bir iki kuşak sonra Domanice’nin sadece adı kalacak. Kayıtlı hiçbir şeyleri yok. Google’da aratın “Dom” diye, kaç tane yazı çıkar, kaç tane bilgi çıkar parmakla sayarsınız. Bilgiler çok zayıf. Biz mesela belgesel esnasında elimizden geldiği kadar konuşulan kelimelerin Kürtçelerini ve Türkçelerini de isteyerek arşiv tutmaya çalıştık. Devlet arşivlerinde belki Domlara dair orijinal metinler bulunabilir Mıtırp veya Dom olarak. Lakin bunu kendine görev kabul edip bu konuyu tırtıklayacak şuurlu Domlarda yok. Biz belgesel esnasında da sonrasında da bu şuuru onlara vermeye çalıştık. Şuan Domlar hakkında tuttuğumuz notları toparlayıp onların dillerini, yaşamlarını, inançlarını, geleneklerini kayıt altına almaya çalışıyoruz.
Kendileri Dom olarak tanımlanmayı mı istiyorlar?
Açıkçası onların o derdini kavrayabilmiş değiliz. Çünkü ortam müsait değil. Mesela bazı Kürtler Kürtçe konuşmak istemez ve kendini Türk diye tanımlar üst kimlik kaygısı yüzünden. Onlar da aynı sebepten ötürü bazı sorunlar var, kendilerini Kürtlere karşı Mıtırp olarak tanımlıyorlar, Kürtlerin farklı kültür edinmiş bir versiyonu gibi. Çünkü kültürlerinin ve dillerinin piyasası yok. Kültürlerini zor ayakta tutuyorlar ama hala kendi aralarında, kimse olmadığında Domanice konuşuyorlar ve kendilerini Dom olarak tanımlıyorlar.
Onlar için bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?
Biz belgesel çalışmaları sırasında hep kayıt tuttuk. Yaşananları konuşulanları kayda aldık yazılı olarak. Halil’in de çalışmaları var bu konuda. Maddi ve manevi yardımlar yapmayı düşünüyor. Özellikle belgesel gelirinin bir kısmını onlara yatırmayı düşünüyor. Gerek gıda, giyecek gibi konularda gerekse de sosyal olarak. Bir dernek fikri var Halil’de: Nusaybin Domları Derneği. Onlar da örgütlensinler, onlar da kendi yaşam kodlarını, kültürlerini oluşturmaya çalışsınlar.
Türkiye’de diğer kültürler gitsin, yok olsun, tek kültür, tek medeniyet, tek dil, tek, tek, tek, her şey tek olsun. Ama bilinmiyor ki teklikle farklı bir düşünce farklı bir gelişim, farklı bir ihtiyaç ortaya çıkmaz. Tekdüze bir yaşam sadece popüler kültürdür popüler kültürün kalitesi de tartışılır bir mevzuudur. Düşünsenize hepimiz Türküz, hepimiz aynı dili konuşuyoruz, hepimizin günlük fikir, yaşam vesairesi hep aynı. Aynı şeyleri konuşuyoruz. Ne olur bu durumda? Hem toplum gelişmez hem biz birbirimizden bıkarız. Bir kapta duran, yerini değiştirmeyen bir su gibi, orada bozulur o su kokmaya başlar. Biz de bu tek tipleşen topluluklardan iğreniriz. Farklılıklar güzeldir. Hiç unutmam Nusaybin’de lise okurken Hatay’dan gelen bir Arap arkadaşım olmuştu. O an dehşet olmuştum, çok memnun olmuştum, keyiflenmiştim. Farklı bir kültür, farklı bir insan, farklı bir dil, farklı bir medeniyet. Muazzam bir şekilde haz alıyordum onunla muhabbet etmekten. Tekdüze hayatıma farklı bir insan girmişti, farklı bir kültür, farklı bir anlayış. Yani farklılık gelmişti…
Röportaj: Gülsünay
Kaynak: http://www.magrib.org/zaningeh-ekibiyle-dom-belgeseli-uzerine-nereden-nereye-2/
O ise işte böyle cevap verdi: “Hiçbir şey değiller, çünkü kimse onları bilmiyor. Belki yüzlerce, belki binlerce, belki milyonlarca ama kimse bilmiyor. Toplumda kimse ‘Dom’un ne olduğunu bilmiyor.”
Dom Belgesel Kapağı |
Kimisi için farklıdır bu durum. Azdır bu kimileri. Bazen bu ak, açık zihinler daha o yaşlarda bir araya gelince, ortak bir derdi kuşatıverirler. Bu öyle bir şeydir ki, yaratılmış toplumsallıklarına bir aidiyet üretirler. Vazgeçilmez artık bu ortaklıktan. Bir dert üzerine doğmuştur çünkü bu dostluklar, ya da bir dert üzerinde derinleşmiştir. Aslında öyle ya o uzak şehirlere bile o dert sonucu gidilmiştir.
Dom belgeselini izlediğimde röportaj yapmak istedim. Çünkü yeni bir kültürü tanımak, tanıtmak heyecanı sarmıştı beni. Röportajın ardından karşıma çıkan bu güçlü oluşum ya da platform beni tam anlamıyla büyüledi.
Zanîngeh Media ekibinden Ridwan Xelîl ile görüştüm. Xelîl, öncelikle Zanîngeh ekibinden bahsetmeye başladı. Onlar Nusaybin’de okuyan lise arkadaşları. İrtibatları üniversite için farklı şehirlere geldiklerinde bile kopmuyor. Çünkü ortaya bir dava konuyor. Zanîngeh, Yani “sanal üniversite”. Amaçları Kürtçe’nin bir bilim dili olması. Ama gerekli ilgiyi görmüyorlar. Sonra ekibin ilgi alanı iletişime doğru kayıyor. Şimdi daha çok Zanîngehfilm adı altında, projelerini hayata geçiriyorlar ve belgesel, film gibi çalışmalarını gerçekleştiriyorlar. Hımm tabii eğer para bulabilirlerse… Şimdiye kadar genelde çalışmalarını kendi imkânlarıyla gerçekleştirmişler yani harçlıklarını birleştirerek. Tüm imkânları da zaten okurken biriktirdikleri harçlıkları. Bir yandan da Kürtçe ve Türkçe olmak üzere “sanal yayınevi/cilik”, “dijital/pdf kitaplar” gibi konulara da ağırlık veriyorlar.
Zanîngeh’ten görüştüğümüz Xelîl de Nusaybin doğumlu. Üniversite okumak için İzmir’e gidiyor. Gazetecilik okuyor ama o kendisini web tasarımı ve grafikte geliştiriyor. Şimdi bir yayınevinde grafik üzerine çalışıyor. Aralarından üniversiteyi ilk bitiren ve çalışmaya başlayan o. Son bir buçuk senedir bu alana yönelen ve şimdi bu işi yapan Xelîl neden bu işi yaptığını şöyle ifade ediyor: “İhtiyaç duyduğumuz alanlara yöneliyoruz.”
Onlar işte böyle yaşıyorlar. Bir dert var ve o masanın orta yerinde duruyor. Nerede eksik varsa kendi kendileri, özenle, yavaş yavaş dolduruyorlar o boşlukları. Hayallerinin, hedeflerinin, projelerinin gerçekleşmesi için büyük bir emek sarf ediyorlar.
Şimdi Zanîngeh’e onların gözüyle bakalım ve Dom’lar ile tanışalım…
DOM belgeselini Zanîngeh Film olarak hazırladınız. DOM’lar hakkında konuşmadan önce kimdir bu Zanîngeh Media Grubu?
Biz lise arkadaşları olarak bu grubun çekirdek kadrosunu oluşturduk. Bu grupta, Ridwan Xelîl, Ramazan Güneş, Yaşar Oktay, Halil Aygün, öğrenci olmayan tek üyemiz Dilazad Art ve daha sonra grubu katılan Mahmut Çelik, Emrah Doğru, M. Sercan Yürek, Mustafa Uluç ve ara ara çalışmalarıyla bize destek olan insanlarımız var. Zaningeh olarak amacımız Kürtçe alanında çalışma yapan bilim insanlarını ve bilim sevenleri bir araya toplamak, Kürtçe’yi muasır diller arasında hak ettiği yeri bulmasına yardımcı olmaktır. Zaningeh Film olarak ise, hedefimiz halkının dertleriyle dertlenen bir türlü ön plana çıkmayan aidiyetleri ve sorunları özgür bir sinema platformu çatısı altında ortaya koymaktır. Özellikle Kürt sinemasında yoksulluklardan ötürü bir türlü ortaya çıkamayan sanatsallık ve kalite olgularını oluşturmaya çalışmaktır.
Bizim zaningeh.net sitemiz var. Zikrettiğim Zaningeh grubunun amacına hizmet etmeye çalışıyor ama kimse ilgi gösteremeyince pasif kalıyor. Burada farklı alanlardaki bilimsel, kültürel, sosyal, teknolojik ve modern çalışmalarımızı yayımlıyoruz.
www.zaningehfilm.com sitemizde ise Zaningeh Media’nın iletişimci grubunun çalışmalarına yer vermekteyiz. Bu sitede belgesel, kısa film, klip gibi çalışmalarımız hakkında duyuru, bilgi ve yayınlanabilecek çalışmalarımızı yayınlıyoruz.
Ne demek Zanîngeh? Ne için var?
Zanin, Kürtçe “bilmek” fiilinden geliyor. Geh ise mekân, yer bildiren ektir. Bilim yeri, ilim yeri manasına gelen zaningeh modern manada da “Üniversite” kelimesinin karşılığıdır. İlk başta amacımız sanal bir üniversite kurmaktı. Mevcut üniversiteler özellikle Kürtçe bilim noktasında gereken bilimsel gelişim ortamını sunamadığı için özgür bir ifade ortamı ihtiyacı hissettik ve bu doğrultuda adım atıp zaningeh sanal üniversite projesine başladık. Lakin sosyal ve bilimsel açıdan insanlarımızdan gereken ilgi ve desteği bulamadık. Amacımız burada şuydu aslında: Kürtçe’yi muasır bir bilim dili haline getirebilmek.
Site şu an Kürtçe ve Türkçe olmak üzere iki başlı bir yapıdadır. Başlangıçta Kürtçe vardı sadece. Sonra Kürtçe-Türkçe karışık bir şekilde yayın yapmaya başladık. En sonda da iki dilli, Kürtçe ve Türkçe dillerinin birbirinden ayrı olduğu bir yapıda yayın yapmaya başladık. Hedef bir sanal üniversite kurmaktı. Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Tıp, Astronomi gibi alanlarda okuyan arkadaşların yapacağı Kürtçe çalışmalar ve Kürtçe’ye yapacakları tercümeleri yayımlayacağımız bir platform hazırlamaktı. Lakin gerekli ilgiyi göremediğimiz için ya da gerekli kişilere ulaşamadığımız için çalışma bir süre sonra bizim ilgi alanlarımıza doğru kaydı. Prodüksiyon alanları, yayıncılık alanları gibi iletişim alanlarına.
Biz sanal yayınevicilik de yapıyoruz Zaningeh’de. Sanal yayınevicilik dedim çünkü üniversite okurken herkes evcilik oynama telaşına düşerken içinden geldiğimiz toplumsal buhranlar bizi evcilik oyunundan men etti. Dijital kitap yapıp sitede yayınlıyoruz. Gerekli desteği gördüğümüzde de gerçek anlamda bu çalışmaları matbaalarda bastırabiliyoruz. Şuan basılı 2 eserimiz 13 tanede e-kitabımız mevcut. E-kitapları düzenliyoruz, kapağı, jeneriği, indeksi vesairesi ile orijinal bir kitaptan farkı yok. Kürtçe, Türkçe, Papauyeniginece hangi dil olursa olsun e-kitap çalışmalarını gönüllü, basılı çalışmaları ise maliyet istediği için maliyetiyle hazırlıyoruz. Dil sınırı yok burada. Ama temel hedefimiz Kürtçe. Çünkü bu noktalarda zayıflık hissettiğimiz için temel hedefimizi Kürtçe olarak belirledik. Dışarıdan pek kimse dâhil olmadı gruba. Ne yazık ki boğaz harbine takılan insanlarımız bu alanlarda pek aktif olamıyorlar. O yüzden grup çekirdek kadroyla sabit kaldı yıllarca.
Mekânımız sanal ortamdır yani fiziksel bir yerimiz yok şu herkesin bir yer edindiği koca dünyada. Yıllarca ‘Messenger’lar ile,’ Hotmail’ler ile toplantılar düzenledik. Çünkü hepimiz öğrenciydik ve farklı şehirlerde farklı üniversiteler de okuyorduk yani uzaktık birbirimize. Bizi yakınlaştırabilecek şey teknolojiydi.
Bu toplantılar nasıl başladı?
Liseden tanıyoruz birbirimizi. Önce ben Dilazad Art ile çalıştım. Onunla bu Zanîngeh projesini, başlattık. Sonra yukarıda adlarını zikrettiğim lise arkadaşlarımla kurduğumuz iletişimler sonucunda birbirimizin hamiyet ve samimiyeti böyle bir oluşumu mümkün kıldı. RTS okuyan arkadaşlarımdan bir gün şöyle bir teklif geldi, beraber bir kamera alalım. Kendimizi geliştirelim bu alanlarda diye. Hepimiz öğrenciydik açıkçası, cebimizde de az bir para vardı ama hepimiz gerekirse borçlandık bir para koyduk ortaya. Böylece toplantılarımız ciddiyet almaya başladı. Gittik bir kamera aldık.
Sanal toplantılarımızı gerçek bir toplantıdan farksız ve aynı hassasiyetle yapıyorduk. Gündem oluşturuyor, herkes değinmek istediği mevzuyu yazdırıyor, sonra hep beraber çözüm arıyoruz. Toplantı sonunda netice raporu düzenleyip birbirimize yollar, bir sonraki toplantı zamanını belirler ve birbirimize ödev verirdik. Bu toplantılar esnasında yeni iletişim grubumuza isim arama ihtiyacı hissettik isim ararken grup isminin zaten hazır olduğunu sadece bu grubun Zaningeh’in ajans bölümü olabileceğini fark ettik ve Zaningeh Ajans ismiyle ortaya çıktık daha sonra bu isim Zaningeh Prodüksiyon ardından Zaningeh Medya ve nihayetinde Zaningeh Film olarak netleşti.
Neler yaptınız bugüne kadar?
İki klip çalışması yaptık birinci çalışma “Ji bira min naçê” klasik tarzda hazırlanmış bir çalışma idi. İkinci çalışmamız ‘Delala Min’ ise görsellik, kalite ve sanatsal altyapısıyla bir bomba gibi çekildiği bölgenin Kürtçe klip piyasasına düştü. Artık Kürtçe kliplerin bahtının değişeceği fikri diyaloga geçtiğimiz bazı yapım şirketleri ve kanallardan aldığımız geri bildirimlerle ortaya kondu.
İlk kısa filmimiz senarist ve yönetmenliğini Ramazan Güneş arkadaşımızın yaptığı Piştî Îlonê (Eylülden Sonra) adlı çalışma oldu. Bu çalışmada 80 darbesi sonrasından bir kesiti sunmaya çalıştık. 80 darbesinden sonra yasalarla katı bir şekilde yasaklanan Kürtçe şarkılarına ve diline bir değinmece yaptık. Özetle Kürtçe şarkı dinlemek yasak, konuşmak da yasak. Yaşlı adam Kürtçe şarkı dinlemek istiyor. Şivan Perwer’in hayranıdır. Ama Şivan Perwer yasak, kasetleri piyasada yok. Olanlar da gizli, saklı. Yere gömülüyor, dinlenmek istendiğinde yerin altından çıkarılıp dinleniyor. Dinlendikten sonra tekrar toprağın altına gömülüyor. İşte biz burada Şivan Perwer hayranı bir adamın o kasetleri dinleme mücadelesini işledik. İlk çalışma olduğu için teknik olarak çok kaliteli değil ama fikir olarak güzel bir proje, bu projeyi tekrar çekmeyi düşünüyoruz.
Ardından “Köklerini Arayan Halk”: Mıhellemiler isimli belge filmimizi çektik, bu çalışmada ise Mezopotamya’nın kadim halklarından olup yok olma tehlikesiyle yüz yüze olan Mıhellemi halkını tanıtıp sorunlarını dile getirdik.
Ondan sonra ise Dom Belge-Film yetkinliğimizi doruğa ulaştıran çalışmamız oldu, gittiği her yerde takdir topladı. Bu çalışmamızda Nusaybin ve civarında bilinmeyen bir halk olan Domların trajikomik dramlarını perdeye taşıdık.
Sonrasında Dû Bar (İki Yük), Onuncu Rica, Rûye Winda | Kayıp Yüz, Bir Umut (Hevî) çalışmaları da peşi ardına geldi.
Finansal desteğinizi nasıl sağlıyorsunuz bu projeler için?
Ben yeni mezun oldum. İlk mezun olan benim. Diğerleri hâlâ öğrenci. Kendi harçlıklarımızla, kıyıda köşede ne varsa öyle çektik bu çalışmaları. Çalışmalarımızda ki kalite kullanılan envanterin kalitesinden öte grubun yetkinliğinden gelmektedir. Kamera normal bir kamera ama kameraman daha kaliteliyse harikalar ortaya koyup, imkânsızlıkları konuşturabilirsiniz.
Bahsetmek istediğiniz yeni çalışmalarınız var mı?
Şu anda uzun metrajlı bir çalışma için kolları sıvadık. Dom belgeselinin yönetmen, senarist ve kameramanı Halil kendi ninesinin hayatından bazı kesitler sunacak. Ninesi köylerinin boşaltılması münasebetsizliğiyle bir dönem Antalya Manavgat’a götürülüyor. Orada yaşamış olduğu sosyal kültürel sorunları dile getireceğiz. Herkes farklı farklı dilleri konuşuyor ama o kendi dilini konuşamıyor. İngilizi, Fransızı, İtalyanı, Papua Yeni Ginelisi kendi diliyle sokaklarda pervasızca konuşuyor ama nine sokakta hem konuşamıyor hem diyaloga geçeceği kimseyi pek bulamıyor. Nine bu duruma dayanamıyor, kısa bir süre sonra beni tekrar köye götürün diyor ama ortada artık köy yoktur, ardından nine Nusaybin’e getiriliyor. Bunları derleyerek uzun metrajlı bir çalışmak yapmak istiyoruz lakin bunun için ödenek aramaktayız bulamazsak gene son meteliğimize kadar fedakârlık yapacağız. Biraz zaman alacak ve maliyetli olacak tabi. Çünkü mekânlar farklı, bir Manavgat’ta, bir Nusaybin’de olacak. Daha senaryo aşamasında ve bu çalışmada da çalışmanın bizatihi mağduru nine kendini canlandıracak, böylece sanatsallık ve gerçekçiliğin doruklara ulaşacağına inanmaktayız. Güzel bir çalışma olacak.
Şimdi Dom belgeseline geçelim. Dom belgeselinin başlangıç hikâyesi nedir?
Halil, Mıtırplar hakkında bir şey anlatıyor ninesine. Nenesi de diyor ki: Oğlum, onlar Mıtırp değil onlar Dom. Onlar Dom olduğu gibi kendi dilleri ve kültürlerinin var olduğu gibi bazı şeyler anlatıyor nenesi ona. Allah Allah! Hiç duymadım, diyor Halil. Halil nenesinden duyuyor, gidiyor annesine soruyor. Annesi de diyor: Evet oğlum, böyle bir kültür, böyle bir farklılık var. O da hayrete düşüyor, nasıl ben bilmiyorum, o kadar arkadaşım var onlardan, niye konuşmadılar, niye anlatmadılar bu güne kadar? O telaşla başlıyor sorgulamaya. Domlara soruyor, Domlar çekiniyor anlatmıyorlar. Bir süre sonra Halil güveni veriyor Domlara, Onlar da açıklıyor, doğrudur, böyle bir kültürümüz var, bizim aslımız Dom, dilimiz Domanice. Anlatırlar ve belgesel böylece başlar. Ardından Halil soruyor, değişik enstanteneler yakalıyor kamera çekimleri yapıyor, okula dönüyor, okulda senaryoyu derinleştiriyor. Senaryoyu derinleştirdikten sonra bunu belgesel yapmaya karar veriyor. Mesele aldı başını gidiyor. Dönüyor çekimlere başlıyor. Yaklaşık bir ay aktif bir şekilde onlarla yaşıyor. Onlarla yiyor, onlarla içiyor, onlarla oturuyor, onlarla kalkıyor Nusaybin’de, belgesel süreci böylece 10 aylık bir dilimi kapsayarak nihayete eriyor. Bizatihi olayı, meseleyi içinde inceliyor. İçeriden çekiyor. Güveni kazanma meselesi ve fedakârlık meselesi bu. Kolay değil. Domlar tüketim kültürünü kendi yaşam sitilleri haline getirmişler, üretim neredeyse yok ama tüketim maksimum düzeyde, kazandıkları üç kuruşu yarını düşünmeden pervasızca harcayacak derecede maddiyatı hiçe sayıyorlar, bu belki bir asilliktir ama yarını düşünmeden yaşamak tehlikelidir. Fakirlik iki anlamdadır. Bir maddi olarak fakirlik bir de manevi olarak. Domlar iki anlamda da fakirler, yatırım yapmasını bilmiyorlar. Gelen parayı direk harcıyorlar. Ne kadar gittiği neye gittiği önemli değil. Bu kültür onların refah seviyesi daha yüksek bir standarda geçmesini engelliyor.
Kim bu Domlar?
Aslında hiç kimse. Domlar hiçbir şey değiller, çünkü kimse onları bilmiyor. Belki yüzlerce, belki binlerce, belki milyonlarca ama kimse bilmiyor. Nusaybin’de yaşayanları bir mahalleye sıkışmışlar. Dağınık halde de yaşayanlar var. Toplumda kimse Dom’un ne olduğunu bilmiyor. Domanice diye bir dilin varlığını hiç kimse bilmiyor. Belgeselde bu dili kullanmayı çok isterdik lakin Domanice uğradığı asimilasyon politikası yüzünden pamuk ipliği formatında bir yaşam mücadelesi veriyor. Bu da istenilenleri tam anlamıyla ifade edecek bir dile ihtiyaç gerektirdi bu yüzden dil olarak Nusaybin Domlarının ana dilleri gibi bildikleri dil olan Kürtçe ile yapıldı. Domanice onlarda da çok zayıfladı açıkçası. Kürtçe ve Türkçe gibi baskın kültürler ilerledikçe ilerliyor lakin sosyal ve siyasal örgütlenmelere gitmeyen Domlar bu dili sosyal, ekonomik ve eğitim hayatında da kullanmayınca gün geçtikçe yok oluyor.
Umut verici bir olay var ki o da Zaningeh Media’nın genel yayın yönetmeni Dilazad Art’ın tarihte ilk kez Domlar’la ilgi yaptığı araştırmadır. Dilazad’ın araştırması iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Domların yaşam tarzını (tarihi, coğrafyası, kültürü, edebiyatı, sanatı vb.), ikinci bölüm Domların dili olan Domanice üzerinedir. Yakın bir zamanda bu çalışmayı da bir kitap olarak yayınlamayı düşünüyoruz.
Domlar Kürtler mi?
Kürt değiller lakin Kürtler içindeki ekser Domlar Kürtleşmişlerdir. Ama şu kesin olarak bilinmelidir ki Domlar Kürt değildirler. Yazarımız Dilazad’ın yaptığı araştırmalar neticesinde Domların eski Hindistan’dan göç yolu ile Mezopotamya’ya yerleştiğini biliyoruz. Şu kanıya varmışız ki Domlar Hindistan’daki kast sisteminin dışında bile kalan insan yerine konulmayan göçebe topluluklardır. Bugün bile dillerini kısmen de olsa koruyabilmişler. Dilleri en çok Urduca’ya yakındır. Yani Hindistan’ın diline yakındır. Örneğin su kelimesi hem Domca hem de Urduca Pani’dir.
Romanlar mı?
Roman, Çingene, Mıtırp, Dom… Domlar, Romanlarla akraba topluluktur. Mezopotamya’yı aşan çingene topluluklarına Roman denildi. Kalanlara Dom denildi.
Roman veya çingene Türkçe’deki karşılığıdır ve bu gruplarla benzerlikleri çok olmakla birlikte Kürtler arasında yaşayan Domların karakteristik özellikleri biraz farklılık göstermektedir.
Mıtırp deniyor galiba?
Tore mıntıkası Mıtırp diyor. Onlar kendi aralarında sadece ve sadece kendi aralarında kendilerine Dom diyorlar ve Domanice konuşuyorlar. Dışsal baskıdan çekindikleri için grup dışındaki insanlarla Kürtçe anlaşıyorlar, çoğu Dom Türkçe bilmez. Devletten baskı görüyorlar, Kürtlerden baskı görüyor, Araplardan baskı görüyor. Türklerden baskı görüyorlar.
Bu baskı neden? Neye benzer bir baskı?
Romanların, Mıtırbların, Domların sahip oldukları bir toplumsal statüsü var. Bu statü bilindiği üzere aşağı bir statüdür. İster istemez dışlanan bir statüdür. Bu statüden insanlar sıyrılıp üst statüye geçmek isterler. İkinci vatandaş meselesi. Onlar da ne yapıyor, üst kültürün diliyle konuşuyor, onların kültürüyle yaşıyor ki ikinci vatandaş muamelesini minimize etmeye çalışıyorlar. Bariz bir ayrım yok sadece ailelerinden gelen soydan dolayı bir ayrım var toplumla onlar arasında. Onlar Mıtırp. Mıtırp, Çingene veya Roman’ın karşılığıdır ama kültür olarak incelendiğinde bir Roman değildirler. Çünkü Romanlara baktığımızda ve Mıtırplara baktığımızda birbirlerine benzemiyorlar. Kültürel farklılıklar var.
Mesela?
Mesela belgeselde de geçiyor, belki fark ettiniz, yol kesiyorlar, komutan soruyor: Nereye gidiyorsunuz? Düğüne diyorlar. Komutan tekrar soruyor: Siz kimsiniz, nesiniz? Mıtırbız diyor, anlamıyor. Aşık mısınız? Değiliz. İşte en sonunda anlaşıyorlar bir şekilde ve diyorlar ki: Biz çalgıcıyız. Sonra komutan soruyor: Sizde dansöz var mı? Mıtırp diyor ki: Bizde olmaz öyle şeyler. Bizde kadın oynamaz diyor. Lakin Roman geleneğinde bildiğim kadarıyla kadın oynar…
Müzikten mi para kazanıyorlar?
Şu anda müzikten, dilenmekten (ev ev gezmekten) para kazanıyorlar.
Bu belgeseli film festivallerine gönderdiniz mi? Ödül aldınız mı?
Gönderdik. Erciyes Film Festivali’nde ikincilik ödülü aldı ayrıca Facebook Beğeni birinciliğini aldı. Diyarbakır Film Festivali’nde birincilik ödülü aldı…
Belgeselde de bahsedilen bir kimlik sorunu var. Bundan bahsedebilir misiniz?
Bazıları yeni yeni nüfus kâğıtlarını çıkartıyor, bazılarının hala yok, bazıları ise çoktan vatandaş olmuş. Şu anda bir kısmı tanımsız vatandaş ve korkuyorlar ya da nasıl kimlik çıkaracaklarını bilmiyorlar çünkü tanımsız adama sorarlar “Seni nereden uyruğa alacağız? Bu ülkenin hiçbir şeyinde adın, sanın geçmiyor. Beni kaydet diyorsun. Senin bu ülkenin vatandaşı olup olmadığını nereden bileyim hem Türkçe de bilmiyorsun gelmişsin 60 yaşına beni nüfusa yazdırın diyorsun” gibi sorunları var. 21. yüzyıldayız devlet söylemiyle hizmetin gitmediği köy girmediği ev kalmadı ama hala bu devlette kimliksiz vatandaşlar var ve bu topraklar öteden beri bu kimliksizlerin yaşadığı topraklardır.
Başlangıçta göçebeydiler. Resmi bir kurumla hiç ilişkileri yoktu. Kimliğe ihtiyaç duymuyorlardı. Dağlarda, ova ve yaylalarda terörist diyerek öldürülmeye başlanınca ve dağlarda eskisi gibi bereket kalmayınca yerleşik hayata geçmeye başladılar. Bu kimlik ihtiyacı meselesi o zaman ortaya çıktı. Bir kısmı aldı bir kısım alamadı bir kısmı nasıl alacağını bilmiyor. Neyi nasıl isteyeceğini bilmiyor. Bilmeyince de öylece kalıyorlar. “Siz vatandaşlık istiyorsunuz. Nasıl yazalım? 65 yaşında, yeni yeni doğum tarihi bilgilerini gireceğiz deniliyor. 3 gün sonra öleceksin. Geçmişte yaşadığın şeyler bizim kaydımızda yok, şu, bu, vesaire…”
Müzik aleti olarak ne çalıyorlar?
Kemençe ya da diğer adıyla Ribab isimli kendi üretimleri olan bele dayatılarak çalınan bir alet.
Bir Kürt, Domanice konuşan birini anlayabilir mi?
Hayır, kesinlikle anlamaz ama Domanice’nin girmiş olduğu kültür erozyonu yüzünden birçok kelime Kürtçeleşmiş ya da Türkçeleşmiştir yani artık bir Kürt Domanice’yi net anlamazsa da karşıdakinin meramını kavrayabilir. Mesela biz belgesel esnasında konuştukları kelimelerin kayıtlarını da tutmaya çalıştık. Kürtçe de anadilleri gibi ama Domanice’nin piyasası olmadığı için maalesef zayıf.
Bu dilin ölmesi gibi bir durum söz konusu mu?
Maalesef ki gerekli önlemler alınmazsa zamanın hızlı aktığı bu devirde bir iki kuşak sonra Domanice’nin sadece adı kalacak. Kayıtlı hiçbir şeyleri yok. Google’da aratın “Dom” diye, kaç tane yazı çıkar, kaç tane bilgi çıkar parmakla sayarsınız. Bilgiler çok zayıf. Biz mesela belgesel esnasında elimizden geldiği kadar konuşulan kelimelerin Kürtçelerini ve Türkçelerini de isteyerek arşiv tutmaya çalıştık. Devlet arşivlerinde belki Domlara dair orijinal metinler bulunabilir Mıtırp veya Dom olarak. Lakin bunu kendine görev kabul edip bu konuyu tırtıklayacak şuurlu Domlarda yok. Biz belgesel esnasında da sonrasında da bu şuuru onlara vermeye çalıştık. Şuan Domlar hakkında tuttuğumuz notları toparlayıp onların dillerini, yaşamlarını, inançlarını, geleneklerini kayıt altına almaya çalışıyoruz.
Kendileri Dom olarak tanımlanmayı mı istiyorlar?
Açıkçası onların o derdini kavrayabilmiş değiliz. Çünkü ortam müsait değil. Mesela bazı Kürtler Kürtçe konuşmak istemez ve kendini Türk diye tanımlar üst kimlik kaygısı yüzünden. Onlar da aynı sebepten ötürü bazı sorunlar var, kendilerini Kürtlere karşı Mıtırp olarak tanımlıyorlar, Kürtlerin farklı kültür edinmiş bir versiyonu gibi. Çünkü kültürlerinin ve dillerinin piyasası yok. Kültürlerini zor ayakta tutuyorlar ama hala kendi aralarında, kimse olmadığında Domanice konuşuyorlar ve kendilerini Dom olarak tanımlıyorlar.
Onlar için bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?
Biz belgesel çalışmaları sırasında hep kayıt tuttuk. Yaşananları konuşulanları kayda aldık yazılı olarak. Halil’in de çalışmaları var bu konuda. Maddi ve manevi yardımlar yapmayı düşünüyor. Özellikle belgesel gelirinin bir kısmını onlara yatırmayı düşünüyor. Gerek gıda, giyecek gibi konularda gerekse de sosyal olarak. Bir dernek fikri var Halil’de: Nusaybin Domları Derneği. Onlar da örgütlensinler, onlar da kendi yaşam kodlarını, kültürlerini oluşturmaya çalışsınlar.
Türkiye’de diğer kültürler gitsin, yok olsun, tek kültür, tek medeniyet, tek dil, tek, tek, tek, her şey tek olsun. Ama bilinmiyor ki teklikle farklı bir düşünce farklı bir gelişim, farklı bir ihtiyaç ortaya çıkmaz. Tekdüze bir yaşam sadece popüler kültürdür popüler kültürün kalitesi de tartışılır bir mevzuudur. Düşünsenize hepimiz Türküz, hepimiz aynı dili konuşuyoruz, hepimizin günlük fikir, yaşam vesairesi hep aynı. Aynı şeyleri konuşuyoruz. Ne olur bu durumda? Hem toplum gelişmez hem biz birbirimizden bıkarız. Bir kapta duran, yerini değiştirmeyen bir su gibi, orada bozulur o su kokmaya başlar. Biz de bu tek tipleşen topluluklardan iğreniriz. Farklılıklar güzeldir. Hiç unutmam Nusaybin’de lise okurken Hatay’dan gelen bir Arap arkadaşım olmuştu. O an dehşet olmuştum, çok memnun olmuştum, keyiflenmiştim. Farklı bir kültür, farklı bir insan, farklı bir dil, farklı bir medeniyet. Muazzam bir şekilde haz alıyordum onunla muhabbet etmekten. Tekdüze hayatıma farklı bir insan girmişti, farklı bir kültür, farklı bir anlayış. Yani farklılık gelmişti…
Röportaj: Gülsünay
Kaynak: http://www.magrib.org/zaningeh-ekibiyle-dom-belgeseli-uzerine-nereden-nereye-2/
Domlar in hayatını anca kendileri bilir Konyada 2000 civarinda dom var ayrıca Domaniç konusuurlar
YanıtlaSil